Savaştan Anılar

 

Şehitler Alayı

 

 

Anzak Kolordusu kuvvetlerine karşı koyan 27. Alay’ın birliklerine takviye olarak gelen 57. Alay’ın iki Taburu da şehit olur. Fakat taarruz halinde olan Anzak kuvvetlerini durdururlar. Taarruz halinde olan çarpışmalar, siper muharebelerine dönmüş ve gece olmuştur. Son kalan taburu ile ertesi sabah için hücum emri olan 57. Alay komutanı şu anda mezarının bulunduğu Bomba sırtı güney eteklerinden aşağıya baktığında o sisli Nisan sabahı arazide yayılmış küme küme beyazlıklar görür tabur komutanını çağırarak sorar.

 

“Bunlar Ne?”

 

“Komutanım, onlar fecre az bir zaman kala emriniz ile hücuma geçecek erlerimizin iç çamaşırlarıdır.”

 

“Her bir vatan evladı şehit olmak için yıkanmış, temiz çamaşırlarını giymiş belki yaralı dönersek yıkayıp çalılıklara serdiklerimizle değiştiririz ümidi o kahramanlarımıza nasip olmamış (su taşıyan) erinden Alay komutanına kadar her biri şehitlik mertebesine ererek tarihe şehitler alayı olarak geçmiştir.”

 

 

 

 

Ziyaretçi Anzak Subay

 

 

Yıl 1945. Arıburnu çıkartmasında (25 Nisan 1915) esir düşen iki Anzak subayından biri eşiyle, 30 yıl sonra harb ettiği bu toprakları ziyarete gelir. Çanakkale Harp sahaları 1945’de yasak bölgedir. İşte bu Anzak subayı Genelkurmay Başkanlığı’na müracaat ettiğinde onlara yardımcı olan 1915’in 57. Alay Komutanı Yarbay Hüseyin Avni Bey’in oğlu Em. Hv. K. K. Orgeneral Tekin Arıburun o günlerde Genelkurmay Başkanlığında Hava Dairesi Komutanı’dır. O aileye üç gün izin alır. Onlardan tek ricası Çanakkale dönüşü Ankara’ya tekrar gelip bir kahvesini içmeleridir.

 

Tekin Paşa babası şehit oldu zaman 8 yaşında idi. Yıllardır baba özlemi ile yaşamakta idi. Anzak subayı üç gün sonra Çanakkale’den eşi ile Ankara’ya döner. Tekin Paşa onları karşılar ve evine götürür. Salona buyur eder, ikramda bulunmak için mutfağa gider. her şeyden habersiz olan Tekin Paşa salondan İngilizce “bu komutan bizi esir almıştı” kelimelerini duyar. Babasının üniformalı, kalpaklı resmi asılıdır. Tekin Paşa’ya da 30 yıldır babasının harp hatıraları hayatta kalan arkadaşları tarafından anlatıla gelmektedir.

 

Hatıra olay:

 

Çıkartmada esir düşen iki Anzak Subayı, 57. Alay Komutanının çadırına getirilir. İkisi de tir tir titremektedir. Alay komutanı onlardan bilgi alabilmek için onlara ikramda bulunur. Üzerlerindeki tabanca, dürbün, İncil v.s. eşyaları alınır. Fakat kendilerine başka hediyeler verilir. Titremeleri hala devam etmektedir.

 

O güne kadar anlatılan hatıralar Tekin Paşa’da canlanır. Hemen salondaki bir dolaptan fil dişi kaplı incili, tabancayı ve dürbünü çıkarır.

 

Misafir “a, eşyalarım” der. Tekin Paşa sorar; “babamın çadırında neden saatlerce titrediniz?”.

 

Misafirin cevabı;

 

“bakın, bugün hayattayım. Diğer arkadaşım da Avustralya’da yaşıyor. Babanız bize bir misafir gibi muamelede bulundu. Bugünümüzü ona borçluyuz. Çadırındaki bu asil muameleden sonra hicap duydum. Bizzat babanıza söylemedim, fakat bizi esir alanlara işaretle anlatmıştım. Şimdi size burada anlatıyorum:

 

Çıkartmadan bir gün önce, Limni adasında bizlere hitap eden Ordu komutanı “sakın Türklere esir düşmeyin, belki ölene kadar çarpışın, Türkler yamyamdır, sizi yerler” demişti Bizler de o gün çadırda yenileceğimiz saati beklerken Türklerle harp etmekle asil bir milleti yakından tanımış ve vatanları için ne büyük fedakarlıklara katlandıklarını görmüştük.”

 

 

Canlı Mayın İzmir'li Hafız

 

 

 

Türk ordusu Süveyş kenarında savaşıyordu. Kanalın doğu kıyıları kamilen alınmıştı, fakat kanalı geçmek için hiçbir aracımız yoktu. Düşman ise, gözleri keşif uçakları ve savaş gemileri ile gece gündüz kanalı kontrol ediyor, kuş uçurtmuyordu. Halbuki, bu kanaldan Avustralya, Uzak Şark ve Hindistan’dan getirilen askerler, Avrupa’ya ve bilhassa Çanakkale cephesine gönderiliyordu.

 

Tümen Komutanı bir gün arkadaşlarını topladı.

 

“Hepiniz düşününüz” dedi. “Bunların geçişine nasıl mani oluruz? Sonra düşündüğünüz çareyi bana söyleyiniz”.

 

Herkes düşündü ve şu çareye vardılar. Bu işi yapsa yapsa İzmirli Hafız yapar. Çünkü Hafız balık gibi yüzerdi ve üstelik gözüpek bir erdi. Düşmanın gözü önünde geceleri Süveyş’i yüzerek geçer, her defasında ya bir düşman nöbetçisinin tüfeğini veya düşmana ait birtakım silahları toplar getirirdi. Suyun altında çok uzun süre kalabiliyordu.

 

Hafız’ı buldular, Tabur Komutanının karşısına getirdiler, komutan sordu:

 

“Hafız, biz her gün gözümüzün önünden geçen şu düşman gemilerine bir şeyler yapmak istiyoruz. Senin beline bir mayın bağlasak, götürüp bu gemilerin önlerine koyabilir misin?”

 

Hafız sevindi, “Koyarım Binbaşım” dedi. Gerçi hafız bu işi yaparım demişti, ama herkes şüphe içindeydi. Düşman uçaklarının mekik dokuduğu bu bölgede, bu işin başarılacağına kimse ihtimal vermiyor, inanmıyordu.

 

Hafız iki üç gün asker yüklü bir geminin geçmesini bekledi. Nihayet, büyük bir gemi uzaktan görününce, o da mayını beline bağladı ve denize daldı. Hafız’ın su içinde yüzdüğünü kimse görmüyordu, çünkü o uzun süre su altında kalıyor, bir saniye nefes almak için başını çıkarıp tekrar dalıyordu. Vapurun etrafındaki muhafız torpidoları, suları yararak ilerliyordu. Bizim tarafta herkes gözünü kanala dikmiş, ne olacak diye beklerken, müthiş bir infilak oldu ve gemi parçalandı. Düşman askerleri denize döküldü. Torpidolar, dökülenleri toplamaya çalışırken, biraz sonra üstünden sular süzülerek hafız çıka geldi. Herkes sevinç içindeydi. Tümen komutanı onu alnından öptü. “Hafız” dedi, “Sen gerçekten bir deniz aleti imişsin…”.

 

Hafız’ın mükafatı, başarısının kendisine verdiği gururdu. 


HÜSEYİN AKYILDIZ
 
 
Bugün 10 ziyaretçi (13 klik) kişi burdaydı!
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol